27 Mayıs 2009 Çarşamba



The Wrestler

The Wrestler
Yapım: 2008/ABD
Tür: Dram/ Spor
Yönetmen: Darren Aronofsky
Senaryo: Robert D. Siegel
Görüntü Yönetmeni: Maryse Alberti
Oyuncular: Mickey Rourke, Marisa Tomei, Evan Rachel Wood

Nerdeyse her yıl bir tane görmeye alıştığımız; bir dönemin efsane şarkıcısının veya başka bir sanat dalının üstadının yaşlanıp; bir anlamda köpeğin maskarası olduğu ve sahnede ölmenin onun için aslında en önemli erdem olduğuna karar verdiği klasik biyografilerin iskeleti hiç değiştirilmeden farklı mesleklere uyarlanabilir mi?

Darren Aronofsky büyük bir riski göze alıp bunu bir Amerikan güreşçisine uyarlamaya çalışmış. Bir yandan da Amerikan güreşinin riskli ve seyirci profili biraz farklı olan bir gösteri sanatı olduğunu filmde de gözümüzün önüne sermek istemiş. Ve bütün bunları yaparken de tüm üslubunu değiştirmekten de çekinmemiş. Bir Rüya İçin Ağıt(Requem For A Dream)’deki uçuşan kameralar yerine aslında gayet görkemli olarak da çekilebilecek güreş sahneleri de dâhil olmak üzere nerdeyse film boyunca kamera Randy “The Ram” ‘in ensesinden ayrılmıyor. Müzik dışında hiçbir fazladan şeye yer yok bu filmde daha öncekilerinin tersi olarak gerekli değil diyebileceğimiz tek bir sahne bile yok, bırakın sahneyi aslında burada ışık biraz fazla kullanılmış diyebileceğimiz yer bile zor bulunur aslında. Müzik kullanımı da gereksiz olmuş demek istemiyorum aksine tam yerinde olmuş. Bütün sadeliğin içinde bir renk katmış. Görkemli ve şaşaalı organizasyonlar olan Amerikan güreşleri maçlarının bile bu kadar sade biçimde anlatılması gayet güzel olmuş ve belki de bu şekilde filmde o belgeselvari gerçekçilik yakalanmış. Film boyunca acaba böyle biri gerçekten var mıdır diye ciddi ciddi düşündüğümü itiraf etmek zorundayım. Hazır yeri gelmişken Siyam Balığı(The Rumble Fish)’dan sonra Mickey Rourke ilk kez bu kadar başarılı bir oyunculuk gösterdiğini de söylemek istiyorum.(Özellikle barda Cassidy’le bira içerken yaptığı danslar ve edilen muhabbetin gerçekçiliği beni çok fazla etkiledi.) Bu başarılı oyunculuk ve gerçekçilik de birleşince Randy’nin de gerçekçiliği filmi izlerken sorgulanıyor açıkçası. Bu film izleme sırasındaki sorgulama da filmin başarısını gösteriyor. Mickey Rourke yaptığı her türlü mimik, jest filmle birlikte tekrar anlam kazanmış. Bu da bu tarz gerçekçiliği yakalayabilmiş olan ender filmlerin ortak özelliği oluyor. Bu filmde enseden çekimlerle bir Gus Van Sant Elephant havası hissetsek de samimiyetiyle ve duygulara yer veren tarafıyla bana bir son dönem filmini Sınıf(Entre les Murs)’ı hatırlattı. İki filmin yakaladıkları gerçekçilik de benzetmemi biraz haklı kılıyordur. Ayrıca filmde güreşçiler arasında kurgulanan dövüş sahneleri de bize bir yandan filmin de kurmaca olduğunu hatırlatırken diğer yandan da gerçekliğin çok katmanlı yapısını gözler önüne sermeye çalışıyor.

Filmin ilk yarısı boyunca sadece Randy “The Ram” ‘in tırnak içerisinde dramı üzerine yoğunlaşırken aslında aynı zamanda o ve geçmişi hakkında fazla da bir şey öğrenemiyoruz. Film jenerikten sonra bir öksürük ve 20 yıl sonra yazısıyla başlıyor. Ama tam olarak neden 20 yıl sonra olduğunu bile bilmiyoruz. Bir kızı olduğunu bile bize striptiz kulübünde çalışan arkadaşı Cassidy Randy’nin kalp krizi geçirdiğini öğrendikten sonra söylüyor. Aslında bunu öğrendikten sonra geçmişini hiç merak etmediğimi fark ediyorum. Çünkü geçmişinde olanlar zaten magazinsel olduğu için hep bizim gözümüzün önünde olmamış mıydı? Ama bize filmde artık onun bize gösterilmeyen hayatında neler olduğu sunuluyor. Buradan şöyle bir eleştiri de çıkartılabilir onu siz çıkarttınız, yükselttiniz ve şimdi düşmüş bir şekildeki ölümünü de büyük bir zevkle izleme keyfini çıkartabilirsiniz.

Randy yaptığı küçük müsabakalardan kazanması gereken parayı kazanamadığını ilk sahnede görüyoruz. Sonra kaldığı karavan tarzı yerin kirasını ödeyemediğini anlıyoruz. Ev sahibi kapıları kilitlemiştir ve ona arabasında yatmaktan başka çare kalmamıştır. Sabah kaldığı yerde yaşayan veletler tarafından uyandırıldıktan sonra ev sahibiyle konuşur ve biz buradan aslında bu olayın artık bir ritüel olduğunu anlarız. Randy kirasını sık sık ödeyemiyordur. Sonraki sahnede de süpermarkette eşya taşıyan Randy’i gördüğümüzde “20 yıl öncesine” göre dibe vurduğunu artık kanıksarız.

Artık tüm Amerika Randy “The Ram” ‘in nintendo Amerikan güreşi oyununu oynamıyordur, artık PS3lerde Call Of Duty 4ler gençlerin ilgisini çekiyordur. Zaten Randy de artık eskisi gibi güreşmiyordur. Sadece hafta sonu küçük maçlar yapıyor, hayranlarıyla para karşılığı fotoğraf çektiriyor ve süpermarkette hamal olarak çalışıyordur ve zar zor geçiniyordur. Bu esnada yaptığı ilk ciddi Amerikan güreşinden sonra kalp krizi geçirip güreşi de bırakmak zorunda kalır.

Güreşin yerini doldurmak için de ilk başta striptiz kulübünde çalışan hoşlandığı kıza Cassidy’e gider. Cassidy de aslında biraz onun gibidir.(ki gerçek ismi Pam ve “The Ram”le bir benzerlik kurulmak istenmiş sanırsam.) O da artık striptiz kulübünde çalışmak için yaşlanmıştır ve müşteriler tarafından beğenilmiyordur. Onun en çok yaşama bağlayan şey ise 9 yaşındaki oğludur. Cassidy kendisini bir striptizci olarak gördüğünü düşündüğü için Randy’i kendinden uzaklaştırır ve aynı kendisinin oğluyla hayata bağlanması gibi Randy’i de kızıyla barışması için yönlendirir. Barışma için hediye alırken ona yardım da eder ve bu onları daha çok bir araya getirir. Fakat Cassidy’nin müşterileriyle ilgili kırmızıçizgileri değişmez. Randy kızıyla barıştığı gibi Amerikan güreşini bıraktığını artık emekli olduğunu telefonda söyler. Ama hem Cassidy tarafından reddedilip hem de Cassidy’nin yardımıyla kazandığı kızının güvenini de aynı hızla kaybedince (iyi bir baba olamayacağı da kesinleşmiş olur) aslında hayatında hayranları dışında değerli bir şey kalmadığını görmüş olur. Bundan sonra son çare olarak kendisini süpermarketteki kasaplık işine verir. Bunu da işe başladığı ilk gün yerine geçene kadar gelen seyirci seslerinden anlayabiliriz. Fakat çare yoktur Randy kasaplık yaparak bundan sonra kendisini tatmin edemeyeceğini anlar, gerekli yaşama enerjisini bulamayacaktır.

Sonunu bilerek (herkesin bildiğini düşünerek filmin sonunda bile kesilmiş bize siyah ekranı doldurması bırakılmıştır.) son bir güreş maçı daha yapmaya karar verir ve ironik olarak profesyonel hayatını bitiren Ayetullah’la yaptığı maçın bir rövanşı olacaktır bu maçta. Buradan Ayetullah’la yaptığı maçları göz önüne alarak Randy Amerika’yı temsil ediyor demek bana çok saçma geliyor açıkçası ama ironik olarak Allah’ın sözü anlamına gelen Ayetullah’la ölüm bir arada kullanılmak istenmiş olabilir sanki.

Sonuç olarak Randy hayatında güreşin ve seyircilerin tezahüratlarının yerine koymaya çalıştığı hiçbir şeyde başarılı olamaz ve hiçbir zaman da olamayacağını görmüş olur. Bunlar olmadan bir hayatın zaten onun için hiçbir anlam ifade etmeyeceğinden ölecek olması da onun için çok fazla dert değildir. Zaten artık bu dünyada ihtiyarlara yer yoktur. O da kendisi tanıyan ve seven son insanların gözleri önünde sahnede bir veda hazırlar kendine son konuşmasını yaparak.
Hazırlayan: Sinan Kadife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder