27 Mayıs 2009 Çarşamba

TÜRK SİNEMASINDA YENİ DÖNEM 1990-2003

1914 yılında Fuat Uzkınay’ın çektiği Ayastefenos’taki Rus Abidesinin Yıkılışı adlı filmle tarihsel sürecine başlayan Türk Sineması, geride bıraktığı yaklaşık doksan yılda birbirinden farklı pek çok döneme girmiş belki de ülkenin geçirdiği toplumsal dönüşümlerin etkisiyle farklı tarzlara kaymıştır. Benim üzerinde durmak istediğim dönemin 1990-2003 yılları arasında olmasının nedeni yaşadığım dönem olmasından dolayı kendimle ilişkilendirebilmemdir. Bu dönemi açıklamaya geçmeden önce kısaca öncesinden bahsetmekte yarar görüyorum.
Bu önceki döneme genel olarak Yeşilçam Dönemi veya Halit Refiğ’in deyimiyle Halk Sineması Dönemi denilebilir. Yeşilçam Dönemi klasik melodramlardan oluşmuştur. Hem güldüren hem ağlatan, bazen gerçeküstücülüğe yaklaşan, düz değil çetrefilli ve rastlantılarla oluşan hikayelerdir. Genellikle bir durumdan çok olaylar üzerine kurulan senaryolara sahiptirler. Yine bu dönemde avantür, erotik ve arabesk filmler görülmüştür. Asuman Suner (Toplum ve Bilim 92,Bahar 2002) melodramların özellikleri olarak başlıca öykünün içerdiği duygusal yoğunluk ve görsel platformda ortaya çıkan aşırılığı göstermiştir. Yine bu aşırılıkları da şöyle tarif etmiştir.”Kahramanların hissettiği güçlü duygular, yaşadıkları acılar, yaptıkları fedekarlıklar, kaderin karşılarına çıkardıkları tesadüfler gerçekte olmayacak kadar aşırıdır.” Melodramların bir başka özelliği de Hollywood Sineması gibi ilerleyen bir senaryo yerine döngüsel bir senaryoya sahip olmalarıdır. Yani çoğunlukla daha önceki duruma dönme isteği yaratır. Buna şöyle bir örnek verilebilir. Filmin başında gözleri gören karakter bir şekilde görme duyusunu kaybeder, filmin sonunda tekrar görmeye başlar.
Önceki dönemi de kısaca açıkladıktan sonra artık asıl konumuzdan bahsedebilir. Bu dönemi Atilla Dorsay Türk Sinemasında Çöküş ve Rönesans Yılları diye adlandırıyor. Bunu şu şekilde açıklayabiliriz sektör ve gişe olarak önceye göre bir çöküş yaşanmıştır ama sanatsal açıdan tüm dünyaca kabul gören bir başarı sağlanmıştır. Bir yandanda Türk Sinemasının Hollywood Sinemasından, basmakalıp Yeşilçam Sinemasından, saçma avantür, arabesk ve erotik sinemadan kurtuluşu olmuştu.

Yıl Film Sayısı Gösterime Giren
1990 74 12
1991 33 17
1992 39 10
1993 82 11
1994 82 16
1995 37 10
1996 37 10
1997 25 13
1998 22 10
1999 20 14
2000 29 16
2001 19 19
2002 22 11
2003 24 16


Yıl Yerli Film İzleyicisi Yabancı Film İzleyicisi
1978 58.2 milyon 22.5 milyon
1980 37.5 milyon 24.0 milyon
1982 29.2 milyon 32.2 milyon
1984 26.7 milyon 29.5 milyon
1986 20.3 milyon 19.8 milyon
1988 7.7 milyon 12.5 milyon
1990 5.6 milyon 13.5 milyon
1992 3.0 milyon 10.1 milyon
1994 0.3 milyon 9.8 milyon

Yukarıdaki iki grafiği okuyarak Türk Sinemasındaki gişe çöküşünü ve çoğu filmin dağıtımdaki sorunlar yüzünden sinemalarda gösterime girme şansı bile bulamadığını görebiliriz.
Bu çöküşün nedenleri olarak 1980 darbesi ve toplumsal dönüşüm, eski kalıp Yeşilçam Sineması, televizyon ve video, iktisadi koşullar, amerikan yapımları ve eski yapım-dağıtım-gösterim üçlüsünün bozulması gösterilebilir. Yaşanan 80 darbesinin travmatik sonuçlarından biri de sinemamızda görülmüştür. O dönemde çoğu film sansür ve benzeri nedenlerle gösterim şansı bulamamıştır. Bir yandan da halkın iyice evine çekilmesinin sonucu olarak gösterime giren filmlerde boş salonlara oynamak zorunda kaldı. Türkiye bir anda globalleşmenin ve neoliberizasyonun aşırı etkisine girdi ve ani toplumsal dönüşüm sinemayı direk etkiledi. Biraz da bu toplumsal dönüşümle oluşan yeni seyirci artık basit formüllere ve genel olarak duygu sömürüsü denilebilecek Yeşilçam Filmlerinden sıkıldı. Bu dönemde yine hiç bir kontrol olmadan açılmasına göz yumulan özel kanallar zaten iktisadi koşullar nedeniyle dar boğazda olan insanları bir anlamda en ucuz eğlence aracı olan televizyona yönlendirdi. Bunun üstüne bir de video kaset sisteminin Türkiye’de ve Almanya’da çokça kullanılmaya başlanması sinemanın alternatiflerini iyice çoğaltmış oldu. Bu dönemde yaşanan sürekli krizler, yüksek enflansyon rakamları, devaluasyonlar aynı şekilde sinema fiyatlarına da yansıdı. Yüksek bütçeli ve teknik açıdan çok başarılı Amerikan Filmleri tüm dünyayla aynı zamanda Türkiye’de de gösterime girmeye başladı. En sonunda da eski yapım-dağıtım-gösterim üçlüsü çöktü ve yerine auter sinema kavramı geçti.
Bu çöküşle beraber seyirci profili de adeta ters yüz oldu. Eski orta sınıf ve kırsal kesimden oluşan sinema izleyicisi artık koltuğunu daha çok gençler ve öğrencilerden oluşan kesime bıraktı.
Bu yıllarda sinemamıza çeşitli yerlerden yardım eli de uzandı. Kültür Bakanlığı ilk kez 1991’den itibaren sinemaya bütçe ayırdı. Buna göre filmlerin belli miktara kadar olan yapım bütçesinin yarısı kadar olan paranın bir kısmı hibe, bir kısmı ise düşük faizli uzun vadeli kredi olarak yönetmenlere verildi. Ama bu da çok tutarlı olmadı ve hükümetten hükümete mevcut iktisadi duruma göre değişti. Televizyon Kanalları filmlere gösterim avansları verdi. Bazı filmler sponsorluk yoluyla çekildi. Bu dönemde özellikle Efes Pilsen pek çok filme sponsor oldu. Türkiye 1990 yılında Eurimages’e girdi. Eurimages Amerikan Sinemasına karşı ortak Avrupa kültürünü savunan ve sanatsal filmlerin ortak yapımını, dağıtımını, gösterimini destekleyen bir kuruluştur. Eurimages’ten alınan fonlarla Türkiye’de pek çok film çekildi ve bu filmler yurtdışında da çok başarılı oldular.
Biraz da bu dönemdeki yönetmenlerden bahsetmek istiyorum. Günümüzde ve yakın tarihteki sinema kitaplarında Türk Sinemasındaki yönetmenleri genel olarak üç bölüme ayırıyorlar. Bunlara İlk Kuşak Yönetmenler Dönemi, Orta Kuşak Yönetmenler Dönemi ve Yeni Yönetmenler Kuşağı diyebiliriz. Öncelikle Orta Kuşaktan bu döneme kalanlardan bahsetmek istiyorum. Bu yönetmenler genellikle bu dönemde çok başarılı olamıyorlar. Bir kısmı sinemayı bırakıyor, bir kısmı eğitmenlik ve yazarlığa geçiyor, bir kısmı vefat ediyor, film çekmeye devam edenlerde pek başarılı olamıyor. Tam tersi olarak değişime ayak uydurup başarılı filmler çekmeye devam eden az da olsa yönetmenler de var. Bir kısmından kısaca bahsetmek istiyorum. Lütfü Ömer Akad ve Duygu Satıroğlu sinema eğitimciliğine geçtiler. Metin Erksan yazarlığa geçti. Halit Refiğ bu dönemde İki Yabancı ve Kadınlar Koğuşunu yapmıştı. 97 yılında Köpekler Adasıyla da sanki veda etti. Tunç Başaran Piyano Piyano Bacaksız, Kaçıklık Diploması, Sende Gitme ve Abuzer Kadayıf filmlerini çekti. Atıf Yılmaz her dönemde olduğu gibi yine oldukça çalışkan ve etkiliydi. Şerif Gören Abuk Sabuk Bir Film ve Amerikalı filmlerini çekti. Zeki Ökten Güle Güle ve Gülüm filmleriyle başarılı oldu. İrfan Tözüm çok sayıda filme imza attı. Yavuz Turgul Aşk Filmlerinin Unutulmaz Yönetmeni, Gölge Oyunu, Eşkiya ve Gönül Yarası filmlerini bu dönemde çekti. Ömer Kavur Gizli Yüz, Akrebin Yolculuğu ve Karşılaşma bu dönemdeki önemli filmleridir. Erden Kıral Mavi Sürgün ve Avcı filmlerini çekti. Yavuz Özkan 90’lı yılların başlarında oldukça üretkendi. Yücel Çakmaklı beyaz sinema akımının kurucusu olmuştur. Sinan Çetin dönemin medyatik filmlerle iş yapan yönetmenidir. Orhan Aksoy, Orhan Elmas, Şahin Gök yeşilçam formülleriyle devam ediyorlar.
Yeni Yönetmenler Kuşağınınsa bu dönemde çok daha başarılı ve etkili oldukları söylenebilir. Bu dönemde ilk veya ikinci filmlerini çeken 50’in üzerinde yönetmen sayılabilir. Bu yönetmenlerden özellikle bir kısmı bu dönemde Türk Sinemasını tüm dünyada temsil ettiler ve pek çok ödül kazandılar. Bir kısmı ise sinemalarda tekrar yüksek seyircilere çıkılması açısından başarılı sayabiliriz. İlk başta akla gelenleri kısaca sayacak olursak Zeki Demirkubuz, Nuri Bilge Ceylan, Derviş Zaim, Reha Erdem, Kutluğ Ataman, Yeşim Ustaoğlu, Fatih Akın Ferzan Özpetek, Tayfun Pirselimoğlu, Barış Pirhasan, Ümit Ünal, Semih Kaplanoğlu, Serdar Akar isimlerini söyleyebiliriz. Bunları isimleri çoğaltmak mümkündür.
Türk Sinemasında yeni dönem temalar açısındanda oldukça zengindi. Bu dönemde genel olarak yeşilçam kalıplarından uzak aşk filmleri, yönetmenlerin sorunları, kadın sorunları, taşra sıkıntısı, aidiyet krizi, ruhbilimsel boyutta bunalımlar, düşler, sanrılar ve eski klasik ikililer(fakir kız-zengin erkek) yerine üçlüler(ben-eşim ve diğeri) yönetmenlerin ilgisini çekti.
Son olarak şu anda bir Türk Sinemasından bahsetmek mümkün müdür sorusu etrafında konuşmak istiyorum. Bununla ilgili Ömer Kavur “80’li yıllar Türkiyesi’nde bireysellik yayılarak biraz bu fikirle kendini ifade eden yeni kuşağı etkiledi. Ben de bunu iyi bulmuyorum ama onları eleştirecek değilim. İstedikleri şeyleri yapıyorlar ama aralarında bir bağ göremiyorum” diyor. Yine aynı şekilde Halit Refiğ de “Yeni dönem filmleri sinemayı besleyen ortak bir sistemin ürünleri değildir. Bu filmler, onları meydana getirenlerin kişisel çabaları ve sağlayabildikleri özel imkanlarla yapılmaktadır. Bu filmler yönetmenin adıyla anılır.” diyor. Yine bazı yönetmenler “Yeşilçam öldü, yaşasın Türk Sineması” derken bazıları Yeşilçam mirasını devam ettirdiği görüşündedir. Asuman Suner 1990’lar Türk Sinemasından taşra görüntüleri makelesinin başında 1990’ların başından itaberen varlığından söz edilen yeni Türk sinemasının büyük oranda “aidiyet krizi” ve “taşra kimliği” temaları etrafında biçimlenmiş olduğunu iddia etmiştir. Bu filmlere de Tabutta Rövaşata, Masumiyet, Üçüncü Sayfa, Kasaba, Mayıs Sıkıntısı, Dar Alanda Kısa Paslaşmalar, Vizontele, O da Beni Seviyor gibi örnekler vermiştir. Bu filmlerde genel olarak taşra sadece kasaba yaşamını değil tüm Türkiye’yi tamamen sarmış olduğunu gösterme anlayışı da vardır. Tüm Türkiye’nin taşralılaşmasının nedeni ise gelişmekte olan ülkelerin genel olarak yaşadığı “geç kalmışlık” , “treni kaçırmama” ve “zaten hep geç” gibi duygulardır. Aidiyet krizi ise genel olarak ekstra modernlik kavramı üzerinden açıklanabilir. Ekstra modernlik değişikliklerin zamana yayılarak, önemsenerek değil, birden keskin dönüşler şeklinde yaşanmasından ötürüdür. Zaten Zizek’in de belirttiği gibi genel olarak aidiyet kavramının dayatmacı bir seçimden oluştuğu için bireyde baştan sorunlara neden olur. Asuman Suner’e göre bu filmler de ortak olarak üç özellik bulunur.
Aidiyet krizi ve taşra sorunsalı konuları üzerine biçimlendirilmiştirler.
Mekan ve atmosfer taşra içinde geçen değil, taşrayı yeniden kuran biçimde olmuştur.
Kendi kurmacalığının farkında olmalarıdır. Gerçekçiliğin çok katmanlığı ve karmaşıklığına göndermelerin bulunmasıdır.
Konu hakkında birbirinden farklı fikirleri sunduktan sonra haddim olmayarak kendi yorumumu da yapıp yazımı bitirmek istiyorum. Türk Sinemasında genel olarak auter kavramına geçtikten sonra filmlerin ortak yapım sürecinden geçmediği için ve de gişe dertlerinin çok fazlada olmamasından kaynaklı çok fazla ortak yönlerinin bulunamaması doğaldır. Ama sinema sonuç olarak yaratıcının derdini anlatmasıdır ve bu yönetmenlerde aynı coğrafyanın aynı tarihinde yaşadıkları için kaçınılmaz olarak bazı ortak noktaları bulunmak zorundadır. Bu ortak noktaların filmlerin çoğunu kapsayacak şekilde toparlanması halinde bu özellikleri taşıyan filmlere genel olarak Türk Sineması denilebileceğini düşünüyorum. Bu oluşan ortak noktalar da yeni kuşaklar için filmlerini üzerine kurabileceği bir başlangıç noktasını oluşturabilir. Bunun da “Türk Sinemasına” yararı kesinlikle olacaktır.

KAYNAKÇA
(YY)http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFFE5C29E16A7D38088999DEE6B259E049 T.C. KÜLTÜR VE TURİZM BAKANLIĞI Kronolojik Türk Sinema Tarihi(1914-1988)
Scognamillo, Giovanni(2003); Türk Sinema Tarihi
Dorsay, Atilla(2004); Sinemamızda Çöküş ve Rönesans Yılları
Suner, Asuman(2002); Toplum ve Bilim Dergisi 92; 1990’lar Türk Sinemasından taşra görüntüleri: Masumiyet’te döngü, kapatılmışlık, klostrofobi ve ironi
Yusuf, Kaplan(2003); Dünya Sinema Tarihi; Türk Sineması
Vardan, Uğur(2003); Dünya Sinema Tarihi; 1980’lerden Sonra Türk Sineması
Bilgiç, Filiz(2002); Türk Sinemasında 1980 Sonrası Üslup Arayışları

Hazırlayan: Sinan Kadife

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder